Bir zamanlar açlık, insanlığın en büyük sorunuydu. Alışveriş merkezleri, fırınlar, manavlar, kasaplar yoktu. Çiftçiler, hayvan yetiştiricileri de yoktu. Çünkü insanlık ekip biçmeye; hayvanları evcilleştirip etinden, sütünden yararlanmaya yalnızca on bin yıl kadar önce başlamıştı.
Atalarımız, -son on bin yıl bir yana bırakılırsa-, 6-7 milyon yıl boyunca tabiat ananın bahşettiklerini avlayıp toplayarak karınlarını doyurmaya çalıştı. Ne var ki, anamız -biraz da mevsim ve iklime göre- bazen cömertti: Ağaçlar meyvelerle, düzlükler bitkilerle dolup taşıyor; hayvanlar da bu şenliğe eşlik ediyordu. Bazen de inadına hasisti: Günler, hatta haftalarca ortalıkta tek bir yiyecek bile bulmak imkânsızlaşabiliyordu.
Oysa her canlı gibi insanın da yaşadığı her an -yatıp uyusa bile- enerjiye (ve büyüme, yenilenme için yapı taşlarına) yani beslenmeye ihtiyacı vardı.
Çözüm bolluk zamanlarındaki besinlerin vücudumuzda depolanması ve kıtlık dönemlerinde kullanılmasıydı.
Bu amaçla enerji, yağ şeklinde, yağ hücreleri (adiposit) denen minik keseciklerde depolandı. Bu hücrelerin sayısı ve vücuda dağılımı büyük ölçüde kalıtımla ve daha doğmadan belirleniyordu.
Yağ hücrelerinin temel yerleşim yeri derinin alt kısmıdır (subkutan). Öyle ki, -travmalar ve soğuktan koruyan bir yalıtım malzemesi gibi- tüm bedenimiz bir yağ tabakasıyla paketlenmiş gibidir.
Ama deri altındaki bu tabakanın vücuda dağılımı hiç homojen değildir. Bazı yerlerde fazlaca yağ hücresi var ve oralar adeta birer ardiyeye dönüşürken; bazı yerlerdeyse pek az yağ hücresi vardır. Ayrıca bu dağılım kişiden kişiye de çok farklıdır.
Özellikle rahat hareket etmeyi olumsuz etkileyebileceğinden el-ayak, önkol ve bacakta; beyinden ısı kaybını bozabileceğinden kafada yağ hücre sayısı görece azdır. Yağ yükünü daha çok gövde ve uyluk taşır.
***
Kadın ve erkekler arasında yağ dağılım yönünden büyük farklar vardır.
Bu farkın ilk nedeni, doğal seçilimdir. Hayat oyununu sürdürecek yavruların sorumluluğunda aslan payı kadınlarındır. Bedenimizin büyük ölçüde biçimlendiği kadim atalarımızda kadına düşen pay daha da büyüktü.
Kadın yavruyu 9 ay karnında taşımak ve -avcı toplayıcılarda- yıllarca emzirmek zorundadır. Bu kabaca gebelik süresince günde 300 ile başlayıp zamanla günde 450’yi aşan ekstra Kalori ihtiyacı demektir. Emzirme sırasında ihtiyaç daha da fazladır; ekstra günlük Kalori ihtiyacı 500 civarıdır.
Gıdaya erişimin kıtlık ve bolluk dönemleriyle bölündüğü günlere geri dönelim: Bedeninde daha fazla yağ hücresi bulunan ve bunları bolluk zamanı doldurabilen annelerin, kıtlık günlerinde hem kendilerini, hem yavrularını hayatta tutma şansları daha fazla olacaktır. Tersine yağ hücre sayısı az ve/veya yağ hücrelerini doldurma zekâ ve becerisinden mahrumlar yok olup gidecektir.
Yok olan şey yalnız bedenleri değil, aynı zamanda bu yazgıyı hazırlayan genlerdir. Böylelikle, evrim eleği yüzbinlerce yıllık sürede, daha fazla depolayabilen -iri göğüs ve iri kalçalı- kadınlar ve bunların yavrularına geçireceği kalıtım şifrelerine daha fazla yaşama şansı tanımıştır.
***
Yağ depolanmasını etkileyen ikinci husus, cinsel seçilimdir: Erkeğin cinsel eş olarak -içgüdüsel- tercihi, gebe olmayan (kendisinin gebe bırakma ihtimali daha yüksek) ve doğacak yavruyu gebeliğinde ve emzirirken, kıtlığa kurban vermeyecek besili kadınlardı.
Dolgun uyluk ve kalçalar, -süt dolu zannı yaratan- iri ve diri memeler iyi bir göstergeydi. Ama gebelik kuşkusu yaratan göbekler, erkeğin kendi genlerini taşımayan bir yavruya yatırım yapması anlamına gelebilirdi. Böylelikle büyük kalçalı, büyük memeli ama göbeksiz, ince belli kadınlar partner olarak yeğlendi.
Süt vermede bir işe yaramadığı halde, süt bezlerinin bol yağla sarmalanması; meme ve kalçanın ergenlikten sonra gelişim göstermesi, bu depoların oluşumunda cinsel çekiciliğin katkısının kanıtı sayılabilir.
Dahası bu bölgelerin irilik, dirilik ve simetrisi; muhtemel partnerin gıda bulma becerisinin ve sağlığının iyiliğinin de bir göstergesidir ve erkek için ayrıca tercih sebebidir.
Bu nedenlerle -söz konusu profil- eş olarak daha çok seçildi, daha çok üredi ve daha fazla hayatta kaldı. Bu başarı onların gen havuzuna hâkimiyetiyle sonuçlandı.
Daha büyük yağ depoları, kuşkusuz erkek için de sağ kalma ve üreme avantajı sağlıyordu. Ama kadınlardaki kadar yaşamsal önem taşımıyordu. Ayrıca göbeksiz olmalarını gerektirecek bir şey de yoktu!
***
Sonuçta bolluk ve kıtlık dönemlerinin eseri olan erkek ve kadın vücut biçimleri ortaya çıktı. Kadınlar daha çok armut, kum saati veya çileğe; erkekler muz veya elmaya benzer hale geldi.
Son on bin yılda yaşam tarzımız anlamlı ölçüde değişse de, genlerimiz bu değişim hızına ayak uyduramadı. Vücut biçimlerimiz, geçmişte biçimlendikleri halleriyle, günümüze de taşındı.
Her şeye rağmen, yeryüzünde kimse kimseye benzemiyor. Yüzlerimiz ne kadar farklıysa yağ hücre sayılarımız yani yağ depolama kapasitelerimiz ve bunların vücudun farklı bölümlerine dağılımı da aynı ölçüde farklıdır.
***
Az önce de söylediğim gibi, son on bin yılda pek çok şey değişti. Artık modern tarım ve hayvancılıkla verimin artırıldığı, mevsim etkisinin önemsizleştiği, gıdaların üretildiği yerlerden kolayca ihtiyaç duyulan bölgelere taşınabildiği “sürekli bolluk” günlerindeyiz.
Üstelik - vücut biçimlerimiz yanında- “kıtlık olasılığına karşı, bulduğunda kalori depolama fırsatını kaçırma” diyen genetik kodları da geçmişten günümüze taşıdık. Bedenimiz bol şekerli ve bol yağlı yiyecekleri ödüllendirmeyi sürdürüyor.
Ne var ki, -bir türlü “muhtemel” kıtlık gelmediğinden- insanlar gereğinden fazla semirdi. Şişmanlık küresel bir soruna dönüştü.
***
Artık, herkes -yağlanma yoluyla- fazla kiloların önemli bir sağlık sorunu olduğunu biliyor. Ama pek az kişi, asıl sorunun farkında…
Asıl sorun, -mutlak yağ fazlalığı değil,- herkesin kendine özgü “yağ depolama kapasitesi” ‘nin aşılmasıdır.
Yağ depolama kapasitesinin temel belirleyicisi ise yağ hücre sayısıdır. Başta da söylediğim gibi, bu sayı daha çok kalıtsaldır ve hem sayı, hem bu sayının vücudun farklı kısımlarına dağılımı henüz anne karnındayken büyük ölçüde şekillenmiş durumdadır. Bebeklik döneminde (ve kısmen çocuklukta) aşırı beslenme, bu sayıyı biraz daha artırabilmektedir. Erişkinlikte yeni yağ hücresi oluşumunun çok sınırlı olduğu ve artmadığı kabul edilmektedir.
***
İhtiyaçtan fazla kalori alındığında, yağa dönüşen enerji, yağ hücrelerinde birikmeye başlar ve bu durum hücreler tıka basa doluncaya kadar sürer. Önceden depo olarak belirlenmiş cilt altı yağ (ve çok sınırlı kapasitesi olan karın içi yağ) depolarının dolmasının, iki önemli sonucu vardır:
İlki aşırı dolan yağ hücrelerinin çok yönlü hasar görmesidir. Diğeri ise -depolar dolduğundan- fazla kalorinin, -karaciğer, pankreas, kalp, iskelet kası gibi- iç organlarda; -yağ şeklinde- birikmesi ve bu organların işlevlerini bozmasıdır.
Her ikisinin ortak sonucu vücutta düşük yoğunluklu bir savaşın (“sistemik enflamasyon”) ve insülin direncinin başlamasıdır. Bunu adım adım kan yağları bozukluğu, yüksek tansiyon, tip 2 şeker hastalığı, damar sertliği ve kanser izler. Günümüzde insanların yarıdan fazlası hayatlarını bu nedenlerle kaybetmektedir.
***
Demem o ki, önemli olan şişmanlıktan çok yağ depo kapasitenizin ne olduğu ve bunu aşıp aşmadığınızdır. Göbeği şişirip beli kalınlaştırmayan dolgun uyluk ve kalçalar, iri memeler -sağlık adına- büyük bir şanstır! Genelde daha büyük depolama kapasiteleri nedeniyle, -erkek olmaya kıyasla- kadın olmak da şans sayılır. Erkeklerin kalp ve damar hastalıklarından daha çok ve kadınlardan daha erken ölmelerinde bu farkın payı büyüktür.
Kalıtsal veya edinsel olarak –“lipodistrofi” gibi bir nedenle- yağ depo kapasitesi çok küçükse, kapasite aşımına bağlı sorunlar için şişmanlamanızı beklemek gerekmeyecektir!
Kapasitenizi aştığınızın en büyük işaretlerinden biri olan göbeklenme ve bel çevresinin genişliği önemli sağlık sorunlarının işaret fişeğidir.
Tabii ki, bakmakla yetinmemelisiniz. Şayet güvenli bölgeyi aşmışsanız, -depo kapasitenizi değiştiremeseniz de- kapasite fazlasının tahliyesi için çabalayabilirsiniz…