dr. pozitif'in psikoloğu Seren Akıncı aşırı yemeden hiç
yiyememeye, yediklerini çıkarmaya kadar uzanan duygusal yemenin çeşitli
boyutlarını anlatıyor. Anlatılanların birçoğunda kendimizden parçalar
buluyoruz. (Bu yazı, kısmen, dr. pozitif'in davetli konuşmacı olarak katıldığı,
Başkent Lions Club'ın Nisan 2004'te Ankara Best Otel'deki toplantısındaki
konuşmadan uyarlanmıştır.)
Fizyolojik acıkma- duygusal acıkma
Yeme isteğimizin basit olarak iki sebebi vardır; fizyolojik
ve duygusal.
Fizyolojik acıkmada temel amacımız hayatta kalabilmek için beslenmektir.
Bedenimizi sağlıklı ve zinde tutmamız da fizyolojik beslenmeyle mümkündür.
Fakat bazan yeme isteğimiz sadece duygularımızdan kaynaklanır: Öfkemizi
dindirmek, üzüntümüzü gidermek, can sıkıntısından kurtulmak için yeriz.
Mutluluğumuzu paylaşmak, kutlama, eğlenme ve kendimizi her hangi bir nedenden
ötürü ödüllendirmek için de yemeği kullanırız. İşte, acıkmanın değil de
duyguların tetiklediği bütün bu davranışlar "duygusal yeme" etiketini
taşır. Duygusal yeme, hemen hepimizde vardır ve farkında olmasak da yaşantımızda
önemli yer tutar.
Sofraya fizyolojik acıkmayla otursak da, doyduğumuz halde çeşitli bahanelerle
yemeye devam etmemiz de duygusal yemedir. Ne yediğimiz, ne miktarda ve
ne sıklıkla yediğimizi kısmen dış faktörler belirler ama iç sebeplerin
etkisi daha derin ve daha uzun sürelidir. Duygularımız, toplumun fiziksel
görünüme verdiği önem, söz ya da davranışlarla vurgulanan standartlar
ile bizim bütün bu etkilere karşı tutumumuz, yemenin bizim için bir sorun
haline gelip gelmeyeceğini belirleyen önemli faktörlerdendir.
"Kilo almışsın"- "Ne kadar da zayıflamışsın!"- Sevgi ve üzüntü sözcükleri
Pek çoğumuz, aynı kiloda olsak bile, karşılaştığımız bir
yakınımızın "kilo almışsın" sözünün etkisinde kalıp -gerçek olmamasına
rağmen- yediklerimizi kontrol altında tuttuğumuzu fark etmişizdir. Ancak,
yine aynı kiloda olsak da, karşımızdaki kişinin "ne kadar zayıflamışsın"
sözü ise bütün günümüzü mutlu geçirmemizi sağlar!
Kilo ve yeme ile aşırı ilgili olmak ve kilomuzu yaşamımızın en önemli
sorunu haline getirmemiz hem ruh sağlığımızı hem de toplumla ilişkilerimizi
olumsuz etkiler; kendimizi algılayışımız bozulur. Aldığımız kalorileri
hesaplar, başkaları ne derse desin, kendimize göre "fazla" yediğimizi
düşünür düşünmez hemen yediklerimizi telafi yoluna gideriz. Telafi güdüsüyle
en sık yapılan hatalar arasında; öğün atlama ("akşam yemem olur biter"),
aşırı egzersiz yapma (kontrolsüz, sağlıksız egzersizler gibi), sürekli
soda, zayıflatıcı çaylar, tabletler ve bunlara benzer sağlığa zararlı
maddeler kullanma sayılabilir. Bu git-geller tekrarlandıkça, başkaları
sağlığımızı tehdit edecek kadar zayıf olduğumuzu söylese de, kilomuzdaki
en ufak artış bizi paniğe sokar, kendimizi "şişman" hissederiz.
İyice zayıflamak için de ya kendimizi aç bırakır ya da çok az miktarda
yeriz.
Aşırı yeme- ve tam tersi, yiyememe
Bütün
bunların yanı sıra, çok fazla miktarda yiyeceği kısa sürede silip süpürdüğümüz,
tıkınırcasına yemek yediğimiz "aşırı yeme" dönemleri de olabilir. Üzgünken
ve stres altındayken yeme davranışlarımızı yönetmek daha da zordur. Bizi
rahatsız eden duyguları köreltmek, uyuşturmak için yeriz. Aç ya da tok
olduğumuzu umursamadan, aşırı miktarda yer, midemizi sonuna kadar doldururuz.
Bu aşırı yeme sırasında kendimizi asla durduramayacağımız korkusuna kapılırız.
Ancak, bütün bu yediklerimizden ve yediklerimizle birlikte içimize dolan
suçluluk, pişmanlık, başarısızlık ve özgüven kaybından kurtulmak için
kendimizi kusmaya zorlayarak ya da idrar söktürücü ve müshil benzeri ilaçlar
(laksatif) kullanarak içimizdekileri çıkartma yoluna gidebiliriz. Kendimizi
köşeye sıkışmış ya da tuzağa düşmüş hissedebiliriz. Hatta bu durumla başa
çıkabilmenin başka bir yolunu bulamadığımız için utanç duyarız. Diğer
insanlardan uzaklaşırız ve giderek artan yalnızlığımız çekici ve sevilebilir
olmadığımızı bize bir kez daha kanıtlar.
Sağlıklı yeme alışkanlığı nasıl kaybedilir?
Peki, yeme alışkanlığı nasıl bozulur? Bunun tek ve kesin
bir yanıtı yoktur. Yaşayan her insan kadar farklı düşünce ve duygu yapısının
bulunduğunu hatırlarsak, kültür ve yetişme tarzı da işin içine girince
ne kadar karmaşık bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu anlayabiliriz.
Zayıf olmanın kişinin değerini etkilemediği toplumlarda, yeme bozuklukları
yok denecek kadar azken, zayıf olmanın pekiştirildiği toplumlarda yeme
sorunlarının görülme oranı artmaktadır. Mankenlik, balerinlik gibi zayıf
olmayı gerektiren mesleklerin yaygınlık ve popülerlik derecesi de toplumlardaki
yeme bozukluğu sıklığını etkilemektedir.
"Manken gibi olmak"
Şimdi
birkaç saniyeliğine bu yazıyı okumayı bırakın ve düşünün; niçin zayıflamak
istiyorsunuz? Haydi itiraf edelim; pek çoğumuz ilk anda sağlıklı olmak
ya da sağlıklı kalmak için değil, aynada "görmemiz gerektiğine ikna
edildiğimiz görüntü"yü göremediğimiz için, yani estetik kaygılarla
zayıflamak istiyoruz. Zaten gazete, dergi, radyo ve televizyon reklamları
da bunu destekliyor; ısrarla dış görünüşümüzdeki hataları düzeltmemiz
için uğraşıyor, kusurlarımızı yüzümüze çarpıyor. İnternette gezinirken
bile başarılı ve mutlu bir kadın ve erkeğin nasıl olması gerektiği her
an vurgulanıyor; erkekler uzun boylu, kaslı ve güçlüdür, saçları kolay
şekle girer; dişleri beyaz, kalçaları düzgün ve karınları gergindir. Sürekli
gülümserler, tertemizdirler ve centilmenlikte üstlerine yoktur. Mutlu
ve başarılı kadın ise daha da çarpıcıdır! Yıllar geçse bile onlarda iz
bırakmaz; incecik, narin ve sağlıklıdırlar. Her an selülitlere karşı tedbirlidirler,
vücut ölçüleri yıllara meydan okuyarak değişmeden kalır, mükemmel bir
anne, iş kadını ve eştirler ve asla yakınmazlar.
Rejimlerle gelen "kalıcı şişmanlık"
Medyanın da pekiştirdiği bu baskılar, bize yeterince ince
olamadığımızı telkin eder. Negatif bir beden algısı geliştiririz. Sonuçta
zayıflamak bir ölüm kalım meselesi haline gelir ve gittikçe daha sağlıksız
yöntemler denememize yol açar. Kilo problemi yaşayan pek çok insanın aklından
- ne yazık ki - pek çok kez uygunsuz telafi yöntemleri geçmektedir ve
pek kişi şöyle düşünmektedir: Bir şekilde -sağlıksız da olsa- zayıflayayım,
sonra sağlıklı beslenerek kilomu kontrol altına alırım nasılsa. Ancak
unutulan önemli bir ayrıntı; kilo kaybetmek uğruna pek az yiyerek metabolizma
hızını yavaşlattığımızda, daha sonra ne kadar az yersek yiyelim kilo alacağımızdır.
Kısa sürede verilen kiloların vücudun yağ dokusundan değil, kas ve su
oranından kaybedildiği de çok yaygın olarak bilinmeyen önemli bir gerçektir.
Aneroksia ve blumia
Bazan
yaşantımızın kontrolünü kaybettiğimizi hissederiz. Böyle zamanlarda diyet
yapmak rahatlatıcı ve tatmin edici bir aktivite olarak karşımıza çıkar.
Birkaç kilo verdiğimizde hissettiğimiz başarma duygusu çoğumuza tanıdık
gelecektir. Kendimizi gözle görülür biçimde kontrol edebildiğimizi hissetmek
hoşumuza gider. Bedenlerinde kontrol edebildikleri tek şeyin kiloları
olduğunu hisseden genç kızlar için bu özellikle tatmin edicidir. Böyle
anlarda diyet, kilo vermek için uygulanan bir yöntem olmaktan çıkar, tek
başına bir amaç olur. Bu çizgi bazan hayatı tehdit eden ve yemek yiyememe
rahatsızlığına, aneroksia nevrozaya kadar uzanabilir.
Ailemizin yetiştirme tutumları da yeme sorunlarıyla bağlantılı olabilir.
Bireylerin fazlasıyla iç içe yaşadığı ailelerde bağımsız bir kimlik kazanma
çabaları yeme sorunlarına yol açabilir. Bazılarımız başarılı olma konusunda
ailemizin yoğun baskısını hissetmişizdir. Başarılı olamazsak ailemizin
bizi sevmeyeceğinden, onları hayal kırıklığına uğratacağımızdan korkarız.
Bu ve benzeri nedenlerle, ceza olarak kendimizi aç bırakabilir ya da olağan
olmayan ölçülerde yemeğe düşkün olabiliriz. Duyguların rahatça ifade edilmesine
izin verilmediği ya da sorunlar üzerinde konuşulamadığı aile ortamı kendimizi
yalnız ve çaresiz hissetmemize yol açar ve bu duygulardan biraz olsun
kurtulmak ve rahatlamak için yemek bir çare gibi görünür. Yeme sorunu
olan kişiler genellikle olumsuz duygularını ifade etmekten kaçınırlar
ve insanları memnun etmek için yüzlerine bir mutluluk maskesi takarlar.
Sonunda, bastırılan bu olumusuz duyguları yatıştırmak için yemek yerler
ve yediklerini çıkarmak, genellikle bu üst üste biriken duyguları boşaltmaya
benzer bir rahatlama duygusu yaratır. Bu bozukluğa blumia diyoruz.
Çare var: Kararlılık ve bilimin desteği
Yukarıda değinilen "ideal" insan gibi görünmediğimiz için duyduğumuz
suçluluk, bizi sakıncalı bir diyet yapmaya yöneltebilir. Bu diyet çoğu
zaman başarısızlıkla sonuçlanır ve bu başarısızlık ise kendimize olan
güvenimizi zedeler, irademizi zayıflatır. Kuşkusuz "mükemmel" olmak isteyen
kişilerin hepsi yeme sorunu göstermemektedir ancak yeme sorunu olan çoğu
kimsenin ortak özelliği mükemmelliyetçilikleridir. Bu kişiler kendilerini,
akılcı olmayan, ulaşılması nerdeyse imkansız hedefler için zorlarlar.
Peki ya kaçınılmaz başarısızlıkla karşılaştıklarında ne olur? Daha fazla
suçluluk duygusu... Bu suçluluk duygusu öncesinde ya da beraberinde kendini
reddetmeyi getirir ve bununla birlikte kendinden nefret etme, umutsuzluk,
çökkünlük hisleri ağırlık kazanır. Bütün bunların ardından, kişinin kendi
dışında belirli bir odağı olmayan bir öfke ortaya çıkar ve bu kötü durumda
kişi doğal olarak kendini daha iyi hissetmek ister... Peki iyi hissetmeyi
ne sağlar?... Evet, ne yazık ki. yemek yemek.
Yeme sorunu hangi nedenle ortaya çıkarsa çıksın, neredeyse hepimizde "duygusal
yeme"ler, "tıkınırcasına yeme"ler ve "hiçbir şey yememe"ler şeklinde belirmektedir.
Yeme sorunları ve bununla ilgili kaygılar, utanç ve güvensizlik duyguları
tek başımıza başa çıkamayacağımız düzeyde olabilir. Yeme sorunu olan pek
çok insan ya bu sorununun farkında değildir ya da nasıl yardım arayacağını
bilememektedir. Önemli olan, risk altında olup olmadığımızı değerlendirmek
ve kendimize uygun bir destek sistemi içinde bir uzmana danışmaktır.
Bu kısır döngüyü kırabilirsiniz! Dağ ne kadar sarp ve yüksek olursa olsun,
yol onun üstünden aşar.