Probiyotik desteği almalı mı?
Benim konuyu araştırıp, bu yazının ortaya çıkmasına vesile olan asıl şey; hem kendimin, hem de çevremdeki dostlarımın, “daha sağlıklı olabilmek için probiyotik destek almalı mıyız?” sorusuna aradığım cevaptı. Referansımın güncel (Ağustos 2019) kanıtlanmış bilimsel çalışmalar olduğunu vurgulayarak, düşüncelerimi paylaşacağım.
Probiyotiklerin tıpta -belirli hastalıkların önlenmesi ve tedavisi için- kullanımına ilişkin görüşlerimi tekrarlamayacağım. Çeşitli ishaller başta olmak üzere, tesirli olduğu kanıtlanmış hastalıklarda probiyotiklerin kullanılması ve hatta dışkı nakli yapılması büyük bir imkândır. Doktorların önerisiyle, bu imkânı kullanmada tereddüt etmeye gerek yoktur.
Ama potansiyel faydalarına rağmen, -bazı özel haller dışında- sağlığı genel olarak iyileştirmek amacıyla, -şimdilik- yüksek ücretler ödeyerek probiyotik kullanmaya sempatik bakmıyorum. Bunun da bazı nedenleri var:
- Bağırsak mikroplarımız büyük ölçüde ilk 3 yaşta şekillenir ve bundan sonra kolay kolay değişmez. Bağırsağımızı işgal edip uyum sağlayan ilk yerleşimciler, sonradan gelip yerleşmeye kalkanlara direnir ve sıklıkla da püskürtmeyi başarırlar. Kaldı ki, giderek mikrop sayısı daha yüksek ürünler piyasaya sürülse de, -raflarda canlılıklarını korusalar ve tümü kalın bağırsağa sağ salim ulaşsalar da- yutulanların sayısı, yerleşiklerin çok küçük bir kesri olmaktan kurtulamaz! Ayrıca, pek farkında olmasak da, -omurgasını genetiğimizin oluşturduğu- beden yapı ve işlevlerimiz, her mikroba yerleşmesi için aynı fırsatı sunmayabilir.
- Bağırsak mikroplarının çoğunun işe yaradığı -zararlı mikroplarla başa çıkmak gibi- çekirdek bazı faydaların olduğunu biliyoruz. Ama bağışıklık sistemine yönelik, hormonal veya sinirsel özgün faydaların, ancak belirli tür ve hatta alt türlerce sağlanabileceğini de biliyoruz. Ne var ki, böylesi özel faydaları hangilerinin gerçekleştirebileceği konusundaki bilgilerimiz şimdilik yetersiz.
- Kuşkusuz sahip olunan mikrop türü veya -bir kombinasyon olarak- mikrop türleri önemlidir. Ama ondan da daha önemli olan şey, bir mikrop veya bir grup mikrobun ortaklaşa ürettiği metabolitlerdir. Mikropların genlerini birbirlerine geçirebilmesi veya ıskartaya çıkarması (yanal gen transferi) veya herhangi bir genin üstlendiği görevi yerine getirip getirmeme keyfiyeti (gen ifade değişikliği), “belirli tür, belirli metabolit, belirli işlev” eşitliğine dayalı denklemi bozabilir. Mesela bir çalışmada hepçillerle vegan ve vejetaryenlerin mikrobiyataları arasında beklenenden az fark olmasına karşılık kan ve idrar metabolitleri arasındaki farkın daha büyük olduğu belirlendi.
- Probiyotiklerle yapılan bilimsel çalışmalara ihtiyatla yaklaşmak gerekir.
- Daha önce de belirttiğim gibi, probiyotik verilen popülasyonlar, probiyotik alt türleri, dozları, süreleri genel sonuçlar çıkarmaya imkân sağlayamayacak şekilde hayli heterojendir.
- Fare deneyleri fikir verse de, farelerde elde edilen bulguları insanlara teşmil etmek her zaman doğru olmayabilir.
- Dışkıyla yapılan çalışmalar, bağırsak bakterilerinin daha çok bağırsak boşluğundaki (lümen) mikroplardan oluştuğundan (asıl önemli olan mukus tabakasındakileri yeterince içermediğinden) hatalara açıktır.
- Ne yazık ki, bağırsak florasını oluşturan çoğu mikrobun laboratuvar kültür ortamında üretimi çok zordur. Bu da laboratuvar çalışmalarını sınırlamaktadır.
- Pek çok hastalıkta bağırsak mikroplarında oransal ve sayısal anlamlı değişiklikler saptanmıştır. Çeşitli alerjik hastalıklar, şişmanlık, şeker hastalığı, iltihabî bağırsak hastalığı, Kwashiorkor, Alzheimer, otizm, kalın bağırsak kanseri örnek olarak verilebilir. Ama burada mikroplarla ilgili değişim veya farklılığın söz konusu hastalıkların sebebi mi, yoksa sonucu mu olduğu şimdilik tam cevap bulmuş değildir. Ayrıca bu hastalıklara mikroplar sebep olsa da, probiyotik tedavinin bu hastalıkları ortadan kaldırabileceğinin garantisi yoktur.
- Probiyotikler, -yerleşik- bağırsak florasının direncini kırıp bağırsakta tutunsalar dahi, onlara ihtiyacı olan besinleri vermedikçe varlıklarını sürdüremezler. Bir başka deyişle özgün mikropların yani probiyotiklerin, özgün besinlere yani prebiyotiklere ihtiyacı vardır. Bu gerçeğin farkında olan endüstri, probiyotiklerle prebiyotikleri birlikte içeren “sinbiyotik” veya “eşbiyotik” ürünler piyasaya sürmeye başladı. Ama bunların ne denli isabetli eşleştirmeler olduğu ve/veya yeterli olup olmadıkları tartışılır.
- Çağımıza damgasını vuran tüketim toplumu düzeninde, kârını maksimize etme çabaları; endüstrinin farklı düzlemlerde saptırmalarına sahne olabilmektedir. Yazılı ve görsel basın, sağlık çalışanları, -hatta- akademi yönlendirilmeye çalışılmakta; -seyrek olmayarak- -bazen cehaletten, bazen de menfaat karşılığı- bu çabalar başarılı olabilmektedir. Toplumun “doğrucu” uzmanlardan çok “sansasyonel” şarlatanları rehber edinmesi böylelerinin işlerini kolaylaştırmaktadır.
- Evrensel ve ulusal yasal düzenlemeler yetersizdir. Ürünlerin iddialarının, etiket bilgilerinin yeterlilik ve doğruluğunun, ürün kalite ve güvenirliğinin bağımsız kurumlar veya devlet otoritesince değerlendirilmesine ihtiyaç vardır.
***
Kayda değer sağlık sorunu yaşamayan kişilerin daha sağlıklı olmak için probiyotik kullanmalarına sempatik bakmayışıma rağmen, bu amaçla kullanıma gerekçe oluşturabilecek bazı sebepler de vardır:
- Probiyotikler, yerleşik mikropların direnci nedeniyle bağırsakta kendilerine bir yer edinemeseler ya da -tutunmalarına rağmen- prebiyotik desteğinin olmayışı yüzünden yok olsalar bile, bağırsaktan geçtikleri sırada veya tutunabildikleri sürede, kendileri veya salgıladıkları ürünler vasıtasıyla yararlı olabilirler. Yani kullanım süreleriyle sınırlı, geçici fayda sağlayabilirler.
- Bağırsakta tutunamayıp geçip giden probiyotiklerin, -geçici faydaları dışında- kalıcı yarar sağlamaları da mümkündür! Çünkü mikropların, -kısa süre dahi olsa- aynı ortamı paylaştıkları başka mikroplarla gen alış-verişi yapma (yanal gen transferi) yetenekleri vardır. İhtiyaç duydukları genleri başka mikroplara vermede veya başka mikroplardan almada çok fazla nazlanmazlar. (Aldıkları genleri de yavrularına geçirirler. Ancak yeri gelmişken, mikropların ihtiyaç hissetmedikleri veya kullanmadıkları genlerden kurtulmak için de çok fazla tereddüt etmediklerini belirtmeliyim. Bu, potansiyel yararlı bir mikrobun, uygun prebiyotiklerle desteklenmediğinde, faydalı işlevini kalıcı olarak kaybedebilmesi demektir.)
- Probiyotiklerin -daha önce belirttiğim bazı özel haller dışında- genel olarak güvenli olduğu söylenebilir. Yani fayda sağlamalarının bir garantisi olmamakla birlikte, en azından zarar verme ihtimalleri düşüktür.
***
En başta da belirttiğim gibi, bu bölümde dile getirdiğim görüşler, belirli bir sağlık sorunu olmayıp, daha sağlıklı olmak amacıyla ilaç şeklinde probiyotik kullanımı içindir.
Daha önce söz ettiğim -yoğurt, kefir, turşu, sirke, tarhana gibi- doğal probiyotiklerin hem geçmişten süzülüp gelen kanıtlanmış faydaları, hem de fiyat/performans oranı bakımından beslenmemizde daha fazla yer bulmaları uygun olur.
Aynı şekilde, bağırsak mikroplarımızı güçlendirip çeşitlendirecek şekilde prebiyotikten zengin, sebze-meyve ağırlıklı bir beslenme hemen herkesin ittifak ettiği bir sağlık tavsiyesidir. Olabildiğince posalarıyla birlikte ve olabildiğince farklı renkte olanlardan bir seçimle, onlardan sağladığımız faydayı daha da artırabiliriz.
Probiyotikler, müthiş bir gelecek vaad ediyor
Son yazdıklarımın, probiyotikleri “mucize” gören anlayış adına çok sevimli görünmediğinin, yazıdan bunu bekleyenleri düş kırıklığına uğrattığımın farkındayım. Ama probiyotikler, “hayal kırıklığı” değildir. Tam tersine çok ama çok büyük başarılara gebedir.
DNA, bir canlının kurulum ve işletim kılavuzu olarak nitelenebilir. Canlıların olağanüstü yapı ve işlevlerinin şifreleridir ve eşsizdir. Canlıların en tepesine oturtulan insanda 22 bin kadar gen vardır ve bu genlerin %90 kadarı insanlarda ortaktır. Oysa bağırsaklarımızdaki mikropların toplam gen sayısının 3 milyon kadar olduğu söylenmektedir ve -insanlardakinden farklı olarak- inanılmaz derecede çeşitlilik gösterir. Yani bağırsak mikrop genleri, muazzam bir bilgi hazinesi ve yetenek setidir. Oluşturdukları ürünlerin (metabolit) toplam sayısının (metagenomik) beşyüzbin civarında olduğu düşünülmektedir. İhtiyaç duyduğumuz pek çok kalıtım şifresini farklı mikroplarda bulabiliriz.
Artık, 4 harflik bir alfabeyle (nükleotid bazları) ve üçer harflik kelimeler (kodon) şeklinde yazılan bu bilgileri -100 dolar civarında bir bedelle- -dışkıdan mikropları ayırıp, DNA’yı saflaştırarak, gen analiziyle- saatler içinde basılı hale getirebiliyoruz.
Daha da önemlisi gen teknolojileri sayesinde, buradan aldığımız benzersiz beceri bilgilerini kendi genlerimize aktarabilme yetkinliğine de ulaştık.
Ama bir sorunla karşı karşıyayız: Dilini bilmediğimiz kadim bir uygarlığın kütüphanesini keşfediyor gibiyiz. Yazılanları görüyor ama çoğunu anlayamıyoruz. Şimdilik yalnızca bazı cümlelerin anlamını çözebildik. Ama tümünü anlayabilmek için muhtemelen çok uzun zaman geçmesi gerekmeyecek! İşte o zaman, bağırsak mikroplarının gerçek potansiyellerini görebilecek, hangi alt türlerin neye yaradığını anlayabileceğiz. Kimimizi rahatsız etse ve bir parça ürpererek yaklaşsak da, seçkin genleri başta kendimiz- başka canlılara da aktarabileceğiz.
***
Son dönemde, genlerle uğraşmak yerine, muazzam gen kataloğunun, muazzam metabolit çeşitliliğine yönelmenin daha akıllıca olduğunu savunanlar var. Onlar, bağırsak mikroplarının olası yararları için illa mikrobun kendisi veya genleri gerekmeyebileceğini; farklı metabolitleri üretip ayrıştırarak kullanmanın mucizevî etkiler yaratabileceğini savunuyorlar. Haklı da olabilirler. Ama bu metabolitler için de bilimin biraz daha çabalaması gerekiyor.
Probiyotik desteği alacaklar için birkaç hatırlatma
Her şeye rağmen, tercihini sağlığını korumak ve geliştirmek amacıyla probiyotik kullanmaktan yana olanlara son birkaç önerim var:
- Her probiyotikten benzer fayda elde edilemez. Hangi tür ve alt türlerin, hangi dozlarda, neye yarar sağlayabileceği konusunda uzman desteği almak verimi artırabilir.
- Antibiyotik kullanımı, boşaltıcı lavman gibi mevcut floranın ciddi hasar gördüğü haller sonrası probiyotik kullanmanın daha etkin olabileceği unutulmamalıdır.
- Etiketteki tür sayısı fazlalığı veya bakteri sayısındaki yükseklik (daha yüksek doz) her zaman daha fazla fayda ve/veya tesir sağlamayabilir.
- Üreticinin saklama önerilerine dikkat etmek gerekir. Bazı probiyotikleri buzdolabında saklamak gerekebilir ama bu her zaman şart değildir.
- Önerilen tüketim tarihine dikkat etmek gerekir.
- Probiyotikler, prebiyotiklerle desteklendiğinde başarı şansının artacağına kuşku yoktur.