Risk almak istemiyorsak, daha aylarca evde kalmak zorundayız…
Minicik bir virüs, -boyuna posuna bakmadan- Dünya düzenini alt üst etti. Neredeyse hayat durma noktasına geldi.
Kimimiz onunla karşılaşmamak için, kimimiz mecburiyetten eve kapandık. “Evde kal! (stay home!)” en gözde mottoya dönüştü.
Herkes zorunlu mahkûmiyetin biteceği günü iple çekiyor.
Salgın hızının hafiflemesi olağan yaşantının yaklaştığı yönünde herkesi ümitlendirdi ama bu bana aşırı iyimserlik gibi geliyor. Çünkü bağışıklığınız olmadığı sürece, az sayıda bile olsa toplumda virüslüler olduğu sürece, riskiniz devam edecek demektir. Yani yasakların kalkmasının da çok fazla bir anlamı yok!
Bağışıklığın da iki yolu var: Ya hastalığı geçirip, sağ çıkacaksınız ya da aşıyla bağışıklanacaksınız. Hastalığı geçirme yoluyla bağışıklığın ömrü ve etkinlik derecesi konusunda henüz bir netlik yok. Hastalığı geçirme riskini almak istemiyorsanız tek alternatif kalıyor: Aşılanmak. Onun da en erken 6 ayda mümkün olabileceği söyleniyor.
O halde -daha aylarca- evde yaşamaya uyum sağlamak zorundayız.
***
Kabaca yakaladığı her 100 kişiden birini öldürebildiği anlaşılan virüse yakalanma riskinden sakınmak anlaşılabilir ve takdire değer.
Ne var ki, bu çabanın da virüsü aratmayacak ağır bedelleri olabileceği gerçeğini ıskalıyor gibiyiz. Panik, kronik stres gibi çok farklı psikolojik yükü bir yana hareketsizlik yüzünden ciddi sorunlar yaşayabiliriz.
Bu yazıdan maksadım, hareketsizlikle doğabilecek sorunlara dikkat çekmek ve evde egzersiz konusunda bazı seçenekler sunmak.