Şimdi bir düzeltme yapalım: İster doğal, ister endüstrinin yaptıkları olsun; yukarıda sıraladıklarımız, aslında aktif D vitamini değildir; aktif vitamine dönüştürülmeyi bekleyen vitamin öncüleri (previtamin)’dir. Yani bu halde kalırlarsa vücuda pek büyük faydaları olmaz. Gerçekten işe yarar hale geçebilmeleri için iki aşamalı bir dönüşüm geçirmeleri gerekir.
Bu dönüşümün ilki karaciğerde gerçekleşir. İster deride üretilmiş, ister gıdayla alınmış; ya da ister D2 (ergokalsiferol), ister D3 (kolekalsiferol) vitamini şeklinde olsun, karaciğerde, 25-Hidroksivitamin D’ye yada kalsidiole çevrilir.
İkinci aşama temelde böbrekte gerçekleşir. 25-Hidroksivitamin D yada kalsidiol, burada 1,25-dihidroksivitamin D’ye (kalsitriole) dönüştürülür. D vitamininin asıl etkilerine sahip olan (aktif) vitamin, 1,25-dihidroksivitamin D (kalsitriol)’dir. (Bakınız Grafik)
D vitamininin bundan sonraki durağı, vücutta yarayacağı hücrelerin kapısının çalınmasıdır. Bunun için bu hücrelerin, sadece D vitamininin çalabildiği kapı zilleri vardır. Bunlara D vitamin almacı (ya da D vitamin reseptörü) diyebiliriz. D vitamininin ilgili hücrelere gidip bu zilleri çalması, hücre çekirdeğindeki DNA’da yazılı talimatların D vitaminini ilgilendirilen kısımlarının bir kopyasının çıkarılmasını sağlar. Bundan sonrası, bu yazılı talimatların yerine getirilmesi, yani D vitamininin etkisini gerçekleştirmesidir. Görevini tamamlayan D vitamininin sürekli zile basmaya devam etmesi, 24-alfahidroksilaz denilen bir enzimin onu etkisiz hale getirmesiyle engellenir.
İster derimizde üretelim, ister gıda ve takviyelerle ağızdan alalım, D vitamininin vitamin rolü oynayabilmesi için önce karaciğer, sonra böbrek ve bazı diğer dokularda dönüşüm geçirmelidir.
D vitamininin "kemik sağlamlaştırıcı" şöhretinin gerisinde, bedenimizdeki kalsiyum ve fosfata hamiliği yatar.
Tıbbın D vitaminini tanıması, “raşitik” ya da “rickets” denilen; kemik ağrılarından mustarip, eğri bacaklı, zayıf kemikli, halsiz ve gelişmesi geri kalmış “perişan” çocuklar sayesinde oldu. Sonra buna, menopoza giren kadınlar başta olmak üzere, ilerleyen yaşlarla birlikte artan, kemik erimesi (osteoporoz) eklendi. Ama D vitamini, yıllarca daha güçlü kemiklerin vitamini olarak kaldı.
Onun bu şöhreti kazanmasının ardında, kanda kalsiyum ve fosfatın koruyucu meleği gibi davranması yatar. Zaten D vitamininin böbrekte aktifleştirilmesi, -kanda kalsiyum seviyesi düşünce salgılanan (ve temel görevi kan kalsiyum dengesini sağlamak olan) parathormon (PTH)’un uyarılmasıyla gerçekleşir. Bu uyarıyla aktif hale geçen D vitamini, kalsiyum ve fosfatın bağırsaktan emilimini kolaylaştırır, böbreklerden atılmalarını azaltır. Böylece kemiği sertleştiren en önemli iki malzemenin, iki büyük mineralin (kalsiyum fosfat) vücutta yeterince varlığı sağlanmış olur.