Vitaminlerin ilk piyasaya verildiği 1930’lu yıllara kadar, vitaminleri, yalnız doğal yollardan alıyorduk. Üstelik vitamin kaynağı olabilecek belirli sebze-meyveler ancak yılın belli mevsimlerinde bulunuyordu ve et tüketimi bu kadar fazla değildi.
Vitaminlerin bir bölümü vücutta depolanmasına, bir bölümü de alınmasalar bile eksiklikleri hemen kendini göstermemesine rağmen, “yaklaşık günlük ortalama ihtiyaç (estimated daily average requirements: EAR)” ve “tavsiye edilen günlük miktar (recommended daily allowances: RDA)” ilan edildi. Bazı çevreler ilan edilen bu ihtiyaçları karşılamak için vitamin takviyeleri, multivitaminler kullanmaya başladı. Bazı ürünler (margarinler, unlar, ekmekler, meşrubatlar, kahvaltılık atıştırmalıklar…) vitaminlerle zenginleştirildi. Bebek mama ve formüllerinde de bu yapıldı ki, bunların, çoğu anne sütünün kat be kat üstünde vitamin içermektedir. Bir takım ülkelerde bu zenginleştirmeler zorunlu hale getirildi [Not: Ülkemizde de 2008 Türk Gıda Kodeksi -Bebek Formülleri Tebliği'ne göre tüketime hazır hale gelmiş bebek formüllerinde olması gereken en az ve en çok vitamin miktarları ilan edilmiştir.]. Ayrıca, artık her sebze ve meyveyi, her mevsimde bulabildiğimiz gibi, et tüketimi de artmıştır. Kentleşme, makineleşme, araçlarla ulaşım ve dijital teknolojiyle ortaya çıkan hareketsizlik, azalan terlemeyle vitamin kaybını da azaltmıştır. Sonuç, bebeklikten başlayarak gereğinden fazla vitamin almanın yaygınlaşmasıdır.
Gıda zenginleştirmesinin gerçekleştirilme zamanı ve gerçekleştirildiği ülkelerle şişmanlığın görülme sıklığı arasında dikkat çekici paralellikler vardır. Ama bu durum vitamin-kilo ilişkisinin herkeste aynı şekilde ortaya çıkmayışı nedeniyle yeterince önemsenmemiş; göz ardı edilmiştir. Aslında, herkeste aynı şekilde ortaya çıkmayışı, Bertrand kuralı ile ilgilidir. Doz aşımının toksik düzeylere varması, kilo aldıracağı yerde tam tersi kilo bile verdirebilir. Bu durum, değişik miktarlarda vitamin verilen piliçlerde, domuzlarda ve farelerde yapılan araştırmalarda, bir doza kadar iştah ve kilo arttığı halde, belli bir dozun üstünde tam tersine iştahın baskılanması ve kilo verilmesiyle gösterildi. Benzeri, toplumlar için de söz konusudur. Vitamin takviyeleri birilerine kilo aldırırken, gereğinden çok fazla takviye yapılan birileri kilo almayıp hatta verebilmektedir.
Vitaminler çeşitli mekanizmalarla kilo aldırıyor olabilir:
- Özellikle B grubu vitaminler (özellikle B1: tiamin ve B6: piridoksin; kısmen de B2: riboflavin ve B3: niasin) yağ sentezini artırır. Üstelik diğerleri (B5: pantotenik asit, B12: siyanokobalamin) de dahil, B grubu vitaminlerin birliktelikleri, bu etkiyi daha da artırır. Piliçlerde niasinin hem ağırlık, hem karın yağlanmasını artırdığı gösterildi. Vitaminden zenginleştirilmiş bebek mama ve formüllerinin, bebek ve çocuklarda şişmanlamaya neden olduğunu ortaya koyan yayınlar vardır (1, 2). Bu ileriki yaşlarda ortaya çıkacak şişmanlığın da en büyük sorumlusudur.
- B grubu vitaminlerinden niasinin kan şekerinin hücrelere girişini sağlayan insülin hormonunun etkisini azalttığı zaten biliniyordu. Yine niasinin, -B vitaminiyle zenginleştirilen unlu ve şekerli gıdalarda olduğu gibi- glikozla birlikte verildiğinde, glikozun tek başına verildiği zamankinden daha fazla oksidatif strese yol açtığı gösterildi. Oksidatif stresin de insülinin etkisini azalttığı bilinmektedir. Özellikle kan şekerini hızla yükselten “glisemik indeksi yüksek” besinler alındığında, fazlaca insülinle birlikte, insülinin etkisini azaltan bu oksidatif stres ürünleri de kanda ortaya çıkar. Ama oksidatif stres ürünleri doğal antioksidanlarca hızla etkisizleştirilince, insülin etkisini azaltıcı etki ortadan kalkıp, şeker gereğinden fazla düşer (hipoglisemi). Vücudun ciddi bir tehdit olarak gördüğü hipoglisemiden kurtulmak için başvurduğu yollardan biri de acıkmak ve yemektir. Bu ise döngünün tekrarı demektir: Telafi için fazlaca yenir, yeniden şeker düşer, yeniden yenir… Sonuç bir önceki maddede dile getirilen B grubu vitaminlerin de katkısıyla şişmanlıktır. Geleneksel tıp, gece boyu açıktan, yani oksidatif stres ürünleri temizlendikten sonra “şeker yükleme testi” yaptığından, tehlikeyi gözden kaçırmış, gerektiği önemi vermemiştir. Oysa, gıda zenginleştirmesi, şişmanlık kadar, şeker hastalığına da davetiye çıkarmaktadır. Ayrıca, sadece niasin değil, antioksidan olarak kullanılan C ve E vitamini de dahil, vitaminler gereğinden fazla alındığında oksidatif stresi artırıp bu sürece katkı sağlar.
- Vitaminlerle, beyindeki hücreler arası iletişimi sağlayan kimyasalların (nörotransmitterlerin) her ikisi de, oluşum, etki ve tesirsiz hale gelmede aynı süreçleri kullandıklarından, vitaminlerin fazlalığı, nörotransmitterleri olumsuz etkiler. Bu olumsuzluğun yansımalarından biri de, beynin iştah ve yeme işlevlerindeki kontrolünün bozulmasıdır.
- Vitamin fazlalığının (özellikle B grubu vitaminlerinden niasinin), DNA dizilimini değiştirmeden, gen ifadesini etkileyen “epigenetik değişiklikler” e yol açarak, metabolizmayı bozması mümkündür.
Artan vitamin takviyelerinin kilo aldırdığına ilişkin bir yayın varsa da, kanıttan yoksundur.
Genişçe özetlediğim makalenin temel kabulü, gıdaların vitaminle zenginleştirilmesinin toplumlarda şişmanlığın artmasına neden olduğudur. Buna dayanak olarak ikisinin benzer zamanlarda; 1970-80’li yıllarda ortaya çıkışını kullanmaktadır. Ama bu aynı zamanda toplumlarda karbonhidrat tüketiminde artışla da paraleldir. Eşzamanlılığı gerekçe göstermenin kanıt niteliği taşımadığını; olsa olsa bir “ihtimal” olarak söz edilebileceğini; başka çalışmalarla kanıtlanmadan hüküm verilemeyeceğini düşünüyorum. Çalışmada ileri sürülen varsayımların, günümüzün kanıta dayalı tıp anlayışıyla bağdaşmadığı kanısındayım.