Alkali diyet taraftarları asiti şeytanlaştırırken, muhtemelen varsayımlarıyla ters düşmemek adına nedense alkaliden kaynaklanabilecek sorunlara dikkat çekmemişler. Alkaliyi melek gibi sunmuşlar. Oysa, aşırı asit (asidoz) ne kadar kötüyse, aşırı alkali (alkaloz) da o kadar kötüdür. Ama konumuz açık asidoz ve alkaloz ile ilişkili hastalıklar olmadığından, onları burada konuşmayacağız.
Şükür ki, nasıl ki, genel olarak sağlıklı birinde, diyetle asidoz tehlikesi çok yüksek değilse, ağızdan alkali alımıyla da alkaloz tehlikesi çok yüksek değildir. Kısa sürede fazla alkali alınması, kan pH’sını ancak geçici ve hafifçe yükseltir. Kan pH’sını düzenleyici mekanizmalar hızla devreye girerek asitlik derecesi ibresini normale getirir. Böbrekler yoluyla uzaklaştırma özellikle önemlidir.
Modern ülser ilaçları kullanılmaya başlamadan önce, ülserin sippy (suluk) diyetiyle, vücuda emilebilen (özellikle kalsiyum içeren) alkali antiasit ilaçlar ve sütle tedavisi, “süt-alkali sendromu” denen kanda kalsiyum yüksekliği, alkaloz ve böbrek yetmezliği şeklinde belirtiler grubunun sıkça ortaya çıkmasına neden oluyordu. Günümüzde daha çok kemik erimesi için kalsiyum karbonat desteğinin abartılması sonucu eskisi kadar olmasa da görülebilmektedir. Özellikle yaşlılar, ciddi su kaybı yaşayanlar, bazı ilaçları (ACEi ve ARB grubu tansiyon ilaçları ve NSAİD denen ağrı kesicileri) kullananlar ve gebe kadınlarda bu risk daha fazladır. Belirtiler siliktir; ancak bir başka nedenle doktora başvurulduğunda saptanırlar.
Alkali tedavi özellikle sodyum bikarbonatla yapıldığında, kalp yetmezliği, böbrek yetmezliği, siroz ve vücutta ödem hallerinde; yaşlılar ve gebelerde doktor gözetimi olmadan yapılmamalıdır.