Son yıllarda, en çok itibar edilen görüşlerden biri, insanlığın genetik formatının yüzbin yıllar öncesine ait olması ve günümüz Dünyasının değişen koşullarına bu formatın uymayışıdır. Bu argüman, asit-baz dengesi için de geçerli olabilir mi?
Neden olmasın? Çünkü kadim atalarımızın beslenme tarzının günümüzdekinden hayli farklı olduğu kesindir. Eski atalarımız avcı-toplayıcıydılar. Onbin yıl kadar önce tarım devrimiyle tahılın, çiftlik hayvanlarıyla bu hayvanların et ve sütlerinin diyetimize girmesi, uzun insanlık tarihi göz önüne alınınca hayli yenidir. İkiyüz yıl öncesine uzanan sanayi devrimi sonrası yiyeceklerin işlenmesi ve raf ömrünün uzatılması, çok daha yakın ve hala devam eden bir süreçtir.
Bir başka sorun, Dünyamızın sürekli kirlenmesi; daha doğru bir ifadeyle sürekli kirletmemizdir. Yüz yıl öncesine göre, artan CO2 üretimi yüzünden okyanus pH’sının 8.2’den 8.1’e gerilediği bildirildi (Schwalfenberg GK, 2011).
Bitkilerin büyüdüğü toprağın pH’sı ile pH tamponlayıcısı olan bitkilerin mineral muhtevaları arasında anlamlı ilişki vardır. Bu değişim, hem bu bitkileri doğrudan, hem de dolaylı olarak bu bitkilerin beslendiği hayvanları tüketen bizleri etkilemektedir. Zorunlu olarak dışarıdan almamız gereken (esansiyel) besinler için optimum toprak pH’sı 6-7 arasıdır. pH 6’nın altında (asidik toprakta) kalsiyum ve magnezyum azalırken, 7’nin üstünde (bazik toprakta) demir, mangan, bakır, çinko azalır (de Carvalho JF ve ark, 2009).
Hem çağdaş beslenme tarzımızın, hem de muhtemelen söz ettiğimiz kirlenmenin bizim asit-baz dengemizi tehdit etmesi söz konusu olabilir. Yaklaşık onbin yıl önceki tarım devrimine kıyasla günümüzde beslenmemizde sodyuma kıyasla potasyumda azalma, bikarbonata kıyasla klorda artış olduğu (Ginanjar E ve ark, 2007); sodyumun potasyuma oranının on katından üç katına değiştiği (Cutolo M ve ark, 2007); daha az potasyum, magnezyum ve lif tüketmemize karşılık, daha çok doymuş yağ, basit şeker, sodyum ve klor tükettiğimiz (Ginanjar E ve ark, 2007) bildirilmiştir. Saydığımız değişikliklerin ortak sonucu, taş devrindeki atalarımıza göre, daha fazla asit yüküyle karşı karşıya kalmamız; tıbbi ifadeyle söylersek “metabolik asidoz” riskidir (Ponsonby AL ve ark, 2005).
Taş devrinin varsayımsal net sistemik asit yükü -88 mEq/L ve 159 farklı diyetten %87’si net baz oluşturucu olarak hesaplanmışken, ortalama Amerikan diyeti 48 mEq/L ile hayli asidik bulundu (Sebastian A ve ark, 2002). Bu çalışmaya atfen yapılan bir başka çalışmada, “potansiyel böbrek asit yükleri (PRALs)”, taş devrinde -39 (alkali) iken, Amerikan diyetinde 23 (asidik) şeklinde öngörüldü (Remer T, Manz F; 2003). Sözün özü, kadim atalarımıza göre daha asidik beslendiğimizi söyleyebiliriz.