Yalnız kemiklere iyi geldiği gibi bir şöhrete sahipken, D vitamininin son birkaç yılda, neredeyse ilişkilendirilmediği hastalık kalmadı. Tıp kaynaklarında, her geçen gün farklı bir hastalıkla bağ kuran (ya da kuramayan) yayın çıkıyor.
“D vitamininin sağlıklı kemiklerden “her derde deva” haline geçişinin öyküsü” bölümünde anlattığımız gibi, D vitamininin başka hastalıklarla ilişkilendirilmeye başlanması çok ta yeni değil. Güneşin verem, balıkyağının mikroplu hastalıklarla ilişkilendirilmesi çok eski yıllara dayanıyor. Sonraları buna kanser, tip 1 şeker hastalığı ve yüksek tansiyonun –az güneşli- kuzey ülkelerinde daha çok görülmesi eklendi. Sonra da bunların tümünün gerisinde D vitamini eksikliği olabileceği düşünüldü.
***
Ama D vitamini, ancak doksanlı yıllardan sonra ilgi odağı haline geldi. Bunda bir dizi yeni keşfin de payı vardır:
-
D vitamin eksikliği olan farelere, ışın yayıcı (radyoaktif) ile işaretlenmiş D vitamini verilip, nerelere gittiği izlenince yalnız kemiğe değil, vücudun çok farklı dokularına gidip oralarda yoğunlaştığı saptandı.
- Bundan on yıl kadar sonra, D vitamininin tesirini gösterebilmesi için işe yarayacağı hücrelerin kapısını çalmak için kullandığı özel kapı zillerinin (yani D vitamini almaçları yada reseptörlerinin) iskelet sistemi dışında kırktan fazla farklı dokuda olduğu keşfedildi.
- Eskiden sanıldığı gibi, D vitamini aktifleştirilmesinin yalnız böbreklerde değil, pek çok dokuda yapıldığı; D vitaminini aktifleştiren enzimin (1-alfa-hidroksilazın) pek çok dokuda bulunduğu saptandı. Muhtemelen, aktifleştirilen D vitamininin kana verilmeyip aktifleştirildiği doku tarafından kullanılması, bu sırrın açığa çıkmasını geciktirmişti.
- İnsanda vücudun nasıl çalışacağıyla ilgili talimatların yazılı olduğu “insan genomunun” %3 kadarı, iki bini aşan genle D vitamininin kontrolü altındaydı.
- D vitamininin kırktan fazla ara veya son ürünü (metaboliti) bulunmuştu.
Bütün bunlar, “D vitamininin kemik sağlığında öte, pek çok farklı dokuyu ilgilendiren anlamları olmalı!” diye düşündürtmektedir.
***
D vitamininin şu ana kadar bildiğimizden çok öte işlevlere sahip olduğuna ilişkin güçlü kanıtlar vardır.
Yeri gelmişken, bir sapmayı vurgulamak gerekir: D vitaminiyle kemik bağlantısı raşitizm nedeniyle kurulmuş, bu ilişki kemik erimesi (osteoporoz) ile sürmüş ve D vitamini bir bakıma kemiğe hapsedilmiştir. Oysa D vitamininin asıl işlevi “kalsiyum ve fosfatın hamiliği” ‘dir. Kalsiyum fosfat, kemiği sertleştiren aslî unsur olsa da, kalsiyumun sinir ve kas uyarısı ve farklı enzim aktivitelerindeki (kalp ve damar, kas kasılması, bazı salgılamalar ve haberleşmelerde) yaşamsal rolünü; fosfatın hücre içi asitlik (pH) derecesinin ayarlanması ve –ATP nedeniyle- enerji süreçlerindeki kritik katkısını unutmamak gerekiyor. Yani, insan ister istemez, “D vitamininin böylesi, hemen her şeyle ilintilendirilmesinin gerisinde, kalsiyum ve fosfatın bu hayatî rollerinin payı olabilir mi?” diye düşünmeden edemiyor.
Şundan ya da bundan, sonuç, D vitamini ile ilişkilendirilen hastalık yelpazesinin her geçen gün büyümesidir. Bunların tümünü saymaya kalkarsak çok uzun bir liste olur. Biz yalnızca en çok tartışılan konularda yapılmış önemli çalışmaların sonuçlarını gözden geçirmekle yetineceğiz.