Yazıya tıp adına itirafla başlayacağım: Tıp yüzyıllar boyu, fazla kiloları ciddi bir sorun olarak görmedi. Ta ki, kalp ve damar hastalıkları ile şeker hastalığı bir salgınmışçasına patlayıncaya kadar. Bu hastalıkların kiloyla sıkı ilişkisi fark edildi ve fazla kilolar, tıbbın da merkezine oturdu. Ne var ki, tıbbın bu gecikmesi, bu konuda yeterince mesafe kat edemeyişine yol açtı.
İkinci itiraf, ilkinin bir uzantısıdır: Artık çok önemsenmeye başlandığı halde, bugün itibariyle, tıp, şişmanlığa henüz “içe sinen” bir çözüm sunulabilmiş değildir. Fazla kilonun önemli bir sağlık sorunu olduğu bilincini toplumun da benimsemesi ve buna modanın zayıflığı parlatan katkısıyla, bir paradoks yaşanmaktadır: Günümüz insanı, “ağlayarak giden gelin” misali, kilodan kurtulmaya çabalarken her geçen gün kilosunu arttırmaktadır.
İnsanların zayıflamaya yoğun talebinin, tıp tarafından etkin bir biçimde karşılanamayışı, zayıflama endüstrisinin serpilmesiyle sonuçlanmıştır. Piyasaya yeni bir ürün veya hizmetin sürülmediği gün yaşamıyoruz desek yeridir. Çözüm enflasyonu, aynı zamanda sunulan ürün ve hizmetlerin son tahlilde çok ta işe yaramadığının bir kanıtıdır.
Zayıflama deyince ilk akla gelen şeylerden biri diyettir. Zaten sunulan ürün ve hizmetlerin çoğu bir şekilde diyetle ilişkilidir. Bu yazıda, güncel veriler ışığında, zayıflama diyetleri konusunda tıbbın geldiği noktayı aktarmaya çalışacağım.
Hem sağlık, hem kozmetik gerekçelerle kimse kilolu olmak istemiyor. Ne var ki, kilo almaya devam ediyoruz. Üstelik kilo vermek istediğimizde bugün itibariyle genelde başaramıyoruz.
Tıp, çözüm noktasında çok başarılı olmasa da, zayıflama endüstrisinden daha güvenilir olduğu kesindir.